27 Ağustos 2010 Cuma

!!!YAZIKLAR OLSUN!!!

Düşünüyorum da bu gece kaç milyon kişi ağlayarak, küfrederek yatağına girdi acaba, kaç milyon kişi!!!

Hadi Trabzonspor'u geç, adamlar en azından onurlu bir şekilde elenip gittiler.

Ya Fenerbahçe, ya Galatasaray...

Olmadı, artık lige döneceğiz diyecekler.

Bu seneyi şampiyon olarak tamamlayıp, Avrupa rüyasına seneye kaldığımız yerden devam edeceğiz diyecekler.

Taraftarımızdan özür diliyoruz diyecekler.

Diyecekler de diyecekler...

Yetmedi mi artık üzdüğünüz, kırdığınız! Umutları yıkıp geçtiğiniz...

Transfere milyonlarca euro verip, bir kuruşluk sevinci çok gördüğünüz...

Böyle rezillik, böyle yıkım görmedim ben.

Türk futbolunun kara gecesidir bu gece.

Şimdi gidin ligde mücadele edin. Gidin Sivasspor'u, Konya'yı, Manisaspor'u yenin...

24 Ağustos 2010 Salı

Fenerbahçe ve 4-4-2

Niang geldiği günden beri gazetedeki arkadaşlara, "Ulen ölmeden şu Fenerbahçe'nin çift forvet oynadığı günleri görecek miyiz acaba?" diye yakınıp duruyordum ki, dün muradıma erdim.

Kadrolar geldiğinde ilk başta biraz şaşırdım ama 4-4-2 için gerekli olan değişikliği yapmıştı Aykut Hoca. Alex'i yedek kulübesine almış, orta sahayı, Solda Özer, sağda Mehmet Topuz, ortada Emre ve Cristian olarak oluşturmuş, ileri ikiliye ise, Semih ve Niang'ı monte etmiş.

Bu defans 4'lüsünün zaten değişme gibi bir imkanı yok. Budur olup olacağı... Şöyle sağlam, bir defans almadıkları için mecburuz bu 4'lüyü izlemeye!

Yıllardır görmek istediğim şekildeydi dün Fenerbahçe ama, sadece diziliş olarak! Oyuncuların seçimi olarak ne yazık ki değildi. İyi günleri de olacak bu takımın, ona şüphe yok ama bir terslik var yine de... Uzaktan atıp tutmak kolay tabi diye düşünüyor insan ama, gel gör be kardeşim yanlış mı şimdi bunlar....

Kalede Mert Günok'u eleştirmenin bir anlamı yok. Volkan'ın sakatlığı yüzünden ilk 11 çıkmak zorunda kaldı. Tecrübe edinecek, yarın öbürgün bir aksilik olmazsa Volkan'ı da belki tahtından edecek.

Ama iş defansa gelince işler değişiyor tabi.

Andre Santos: Bu adamın zamanında Dunga'nın sol bekteki favorisi diye söyler dururlardı. Ulan gören de yeni bir Roberto Carlos geliyor sanacak. Gidiyor gelmiyor, iyi marke yapamıyor, adam kaçırıyor, pas hatası yapıyor falan da filan. Geldiği günden bugüne bir motivasyon eksikliği var zaten adamda. Ama bu kadar da vurdum duymaz olunmaz. Takımın geneline baktığında adamın yerine oynayacak bir başka sol bek de yok. Dayan dayanabildiğin kadar. Dün akşamki maçta da her zamanki gibiydi.

Bilica: Dün akşam sakinliği nedeniyle aslında biraz şaşırdım. Bazı pozisyonlarda soğuk kanlı havası iyi gibi ama adam paylaşımı tam bir fiyaskoydu. Trabzonspor'un sağdan-soldan geldiği her pozisyon tehlikeli olmuş, alçak-yüksek bütün toplarda bir nefes tutma egzersizine girişmiştim. Onun bu takımın oyuncusu olmadığını söylemiştim, o yüzden daha fazla üstüne gitmeyeceğim. Yerine biri lazım, inşallah alırlar.

Diego Lugano: Futbol ahlakı bakımından neredeyse sıfır olan Lugano, iş çalışmaya ve maç motivasyonuna gelince, ondan iyisi yoktur bu takımda. Yıkar geçer, pozisyon vermez, soğuk kanlıdır. Ara ara gelip kafayla gol atar, takımı ateşler, tıpkı dün akşam yaptığı gibi...

Gökhan Gönül: Şu takıma son senelerde en çok emek veren adamlardan biri ama dün akşam, Young Boys maçında oynadığı gibi oynayamadı. Daha da iyi olacaktır. Önünde Topuz'la mı yoksa Dia ile mi daha iyi olacak gelecek günlerde göreceğiz. Belki de Aykut Hoca'nın sağ açık seçiminde rol oynayacak isimlerden biri Gökhan

Mehmet Topuz: PAOK maçındaki diri havası bu maçta çok yoktu ama, sağ kanatta Dia ile müthiş bir mücadeleye girecek gibi görünüyor. İlk golde top kafasına çarptı, kendi ağlarına gitti. İlerleyen dakikalarda bir gol atarak kendini tam affettiriyordu ki, saç baş yolduran o şutu atana kadar. İlk golün aynısı bir pozisyonda yine sağ çaprazdan daldın, ulen az önce golü attın ya, niye bir daha ısrar ediyorsun! Arkada 3 kişi seni bekliyor. Ver işte pasını, yoook vermez...

Cristian Baroni: Bana bu takımdaki tüm Breziyalılar'a küfrettirecek kadar ileri giden adam. Yıllar oldu şu takıma bir Aurelio gibi adam gelmedi. Kimi geldiyse adeta fos çıktı. Orta alanda Emre ile yan yana oynuyorlar. Sen defansına yardım edeceksin, Emre de ileriyi düşünecek. Ama adam o kadar az güven veriyor ki, arkada bakmadan gidemiyorsun. Emre'yi kendine uyduruyorsun. Bence Selçuk ondan daha iyi. Keşke o oynasaydı.

Emre Belözoğlu: Ona da söyleyecek bir şey yok aslında. Takımda en çok savaşan insan. Elinden geldiği kadar defansa ve ileri yardım etmeye çalışıyor. Alex'in olmadığı 4-4-2 sistemde yanında Cristian oldukça, ileri yönü körelecektir bence.

Özer Hurmacı: Tam bir hataydı bence. İlk yarının son 10 dakikasında Stoch oyunu girdiğinde, onun olduğu kanatta neler yaptı gördük. Sorun Özer değil, onu oraya yerleştiren Aykut Kocaman'daydı, bunu kabul etmek lazım. Zaten 5 yabancı ile çıkmışsın, al işte Stoch'u... Nedir kafandaki plan anlam verilecek gibi değil. Neymiş, PAOK maçı için dinlendiriyormuş. 21 yaşındaki adamı!!!

Semih Şentürk: Yazık oldu durduk yere sakatlandı. Lugano'nun golündeki çabası, bu formayı ne kadar istediğinin göstergesiydi aslında. Niang 'ın yanında çok iş yapar mı bilemem ama, Niang'ın işini kolaylaştıracağı kesin. Tabi bu 4-4-2 sistemi değişip de yedek kulübesini mesken tutmazsa.

Niang: Vücudunu müthiş kullanıyor. Gelecek için umut verici bir görüntüsü vardı. Takım oturduğu zaman kendini daha rahat gösterecektir. Hayırlısı...

Alex, bu kulüpte heykeli dikilecek adamdır. Ama Brezilyalı ekolü yavaş yavaş yok olmalıdır bence. Sağda Dia, solda Stoch gibi hızlı bir orta sahada çok barınamaz, ya da onları yavaşlatır gibi geliyor bana. Sonuçta lig uzun bir maraton. Herkes bir gün oynayacak birgün yedek kalacak... Maksat Alex'i bir anda çöpe atmak değil tabi ki ama, herkes geçici Fenerbahçe kalıcıdır...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Hoşçakal Deivid...


26 Mayıs 2010 tarihinde 'Gitti gidiyor Deivid' yazısında zaten bugünleri öngörüp bir şeyler karalamıştım. İşte o gün geldi ve Deivid yönetimle karşılıklı oturup anlaşmasını feshetti ve Brezilya takımlarından Flamengo ile anlaştı.

Bir taraftar olarak, bugüne yaptığı her şey için teşekkür etmek lazım ona. İyi günleri de oldu, kötü günleri de... Ama her şey bir yana, Chelsea ve Inter maçlarında bizlere yaşattığı o muhteşem anlar için de ayrıca bir teşekkür...

13 Ağustos 2010 Cuma

Nasıl yani?

“Bilica genelde beğenilmiyor. Ama ben onu yeterli buluyorum. Yürekli oynuyor. İyi kademe yapıyor. Tekmeye kafa uzatan bir yapısı var"

Bunu söyleyen Aykut Kocaman. Şimdi adam akıllı düşünmek lazım. Evet Bilica tekmeye kafa uzatıyor, kafaya tekme ile çıkıyor, rakibe soğuk kanlılıkla dalıyor, penaltı noktalarını eşeliyor, vuruyor, kırıyor... Sanki biz bilmiyoruz Bilica'yı! Alamıyorsanız adam gibi bir stoper, bari çıkıp da orada burada zırvalamayın.

Lugano, Gökhan Gönül ve altyapıdan gelen gençleri saymıyorum, şu an Fenerbahçe defansındaki isimlere bir bakalım;

Bilica, Andre Santos, İlhan Eker, Bekir İrtegün, Önder Turacı (Önder'in transferi hala netleşmediği için onu da yazıyorum)

Bu adamların hangisine güvenebilirsin, açık açık konuşalım. Eğer sen diyorsan ki benim hedefim sadece Süper Lig, ona bir şey diyemem. Al bu adamları takıl kafana göre. Bilica'yı da oynat, İlhan'ı da Bekir'i de... Geçen seneden bir farkın olmaz!

Şurada PAOK maçına ne kaldı. Bilica ve Bekir kart cezalısı, Lugano'nun durumu da bir garip. (O da ayrıca yazılacak bir konu) İlhan'ın ağrıları varmış. Yahu ne olacak? Sağda Gökhan Gönül, solda Andre Santos... E göbek?

Kaç yıldır aynı şeyleri konuşup duruyoruz. Şu Lugano'nun yanına adam gibi birini alalım diye. Bırak Niang'ı, Gyan'ı, Robinho'yu. Forvet de lazım ama, önce defansın göbeğine en az Lugano kadar iyi bir adam gerek. Bu kadar zor mu bu, değil! Sadece aklım almıyor. Neden bu bölgeye bir transfer düşünülmüyor, neden?

Aykut Hoca'nın futbol bilgisi ile aşık atacak halim yok ama, bari çıkıp da Bilica benim için yeterli deme, bizi aptal yerine koyma!

5 Ağustos 2010 Perşembe

İnsanın içi acıyor birader!




Kazanmak ya da kaybetmek... Hiç ama hiç önemli değil. Önemli olan mücadele etmek, maçı istediğini göstermek! 'Hazır değiliz', 'Gerçek takımı iki hafta sonra görün' gibi laflarının arkasına sığınanın, Allah ta belasını versin!

Geçen sezon son maçta kaçan şampiyonlukta bile bu kadar kahrolmamıştım. Trabzon maçında otuz küsur şuttan biri mi girmez diyorsun, girmiyor işte, şans! En azından orada mücadele vardı ya, o yetmişti bana. Ama dün, bir taraftara yapılacak en büyük saygısızlık vardı sahada. Ne yönetim ne takım, kimse düşünmemiş taraftarını. "Biz bu adamlara geçen sezon neler yaşattık. Bari şu maçta kendimizi affettirelim. Bak 'yüzsüz' gibi de gelmişler 45 bin kişi" diyen yok! Ne bileyim, koridordan sahaya çıktığında, tribünlere şöyle bir bakarsın, bir anda içinde fırtınalar kopar. Zaten kopmuyorsa, sen o takımın oyuncusu değilsin. Oynamasan daha iyi...

Fazla bir şey yazmaya gerek yok! Bu kırgınlık başka...

24 Haziran 2010 Perşembe

2010 Dünya Kupası'ndan manzaralar!




10 Haziran 2010 Perşembe

3 bilinmeyenli denklem!

Fenerbahçe, ezeli rakibi Galatasaray'a transferdeki ilk golünü attı ve Slovakyalı genç yıldız Miroslav Stoch ile 4 yıllık anlaşma sağladı. Aceto'dan alınan bilgilere göre de kendisi yaklaşık 9 milyon Euro'ya mal olmuş. Galatasaray'ın 3 haftadır peşinden koştuğu, Twente'de kiralık olarak forma giyen, Chelsea'li futbolcu Mroslav Stoch artık Fenerbahçe'de...

Asıl yeri kanat olan Stoch, hızlı, ayaklarına hakim, teknik ve golcü özelliklere sahip bir oyuncu. Gerektiğinde sol kanattan hızla içeri giriyor ve isabetli şutlarıyla topu ağlara gönderiyor. Aynı zamanda attığı arapaslarla, yaptığı ortalarla göz dolduran Slovakyalı, geçtiğimiz sezon Hollanda Eredivisie şampiyonu olan Twente'nin başarısının mimarlarından.

Vederson Bursaspor'a gitti, Uğur Boral da sakat. Bu yüzünden sol kanattaki boşluğu dolduracak olan Stoch, arkasındaki Andre dos Santos ile iyi işler yapabilir. Tabi Andre dos Santos eskisi gibi oynarsa! Son yıllardaki Brezilyalı sevdasından da vazgeçecek gibi görünen Fenerbahçe, ilk transferini çok doğru bir yere yaptı, bakalım daha neler olacak. Şimdi sırada bir savunma, bir orta saha bir de forvet var. Kadroya şöyle bir bakıldığında Bilica, Cristian ve Güiza'nın yerine iyi transferler lazım. Onlarla devam ederse Fenerbahçe'de yine sıkıntı yaşanacaktır. Bilica'nın yerine daha profesyonel, daha güven verici bir defans, orta sahada Cristian yerine hem defansa hem de hücuma yönelik bir adam lazım. Bazı haberlere göre Mehmet Topuz'un o bölgeye kaydırılabileceği konuşuluyor ama yine de o bölgeye bir adam lazım. Forvet ise zaten konuşmaya bile gerek yok, Güiza miladı doldu. Lazım lazım olmasına ama Aziz Yıldırım bu adamı yine satmayacak gibi geliyor bana! İşte şu anda Fenerbahçe'nin kadrosu aşağıdaki gibidir.

6 Haziran 2010 Pazar

Fikstür dediğin böyle olur!

En sancılı işlerden biridir fikstür. Gerek tasarımı gerek içeriği oldukça önemlidir. Sen düzenlersin, binlerce insan günlük hayatını ona göre ayarlar ki, izlemek istediği maçı kaçırmasın. Hafta, gün, saat yanlışlıkları olursa küfürü yersiniz okurunuzdan. Bu bilgiyi verdikten sonra, hemen sadede gelelim. MARCA'nın internet sitesinde hayatımda gördüğüm en açık, en güzel tasarımlı ve en eğlenceli fikstürü gördüm geçen gün Tüm bu safsata onu göstermek için aslında. Tarih, takım, Şehir-Stat, Grup ve eleme maçlarına bakabiliyorsunuz. Ekranı tamamen kaplayıp fikstür fantezisi yapabiliyorsunuz da :)

Eğer Güney Afrika'da düzenlenecek olan Dünya Kupası'nı takip etmek istiyorsanız, aşağıda linkini verdiğim fikstürden takip edin. Ben öyle yapacağım :)

FİKSTÜR İÇİN TIKLAYIN

4 Haziran 2010 Cuma

FENERBAHÇE "SPOR" KULÜBÜ


Öncelikle şunu söylemek lazım. Türkiye'de 9 branşın 7'sinde şampiyonuluk kazanmak, gerçekten büyük başarıdır. Basketbol (Erkek-Bayan) Voleybol (Erkek-Bayan), Yüzme, Kürek, Boks, Masa Tenisi, Yelken ve Atletizm branşlarında alınan şampiyonluklar, Fenerbahçe'nin sadece futbol değil, bir spor kulübü olduğunun açık ve net ispatıdır.

Ama şu gerçek unutulmamalı... Türkiye'de spor denilince, akla ilk olarak ne yazık ki futbol geliyor. Futbolda başarı yoksa, bir anda bütün emekler silinip gidiyor. Bu bakış açısı değişmedikçe de, o kadar branşta alınan kupaların hiç ama hiç anlamı kalmıyor ne yazık ki!!!

Fenerbahçe Ülker'in Efes Pilsen'i mağlup edip şampiyonluğa ulaştığı maçta, tribünler gerçekten inanılmazdı. Müthiş bir destek, müthiş bir inanç vardı. Ama tribünlerdeki o burukluğu anlamak için çok da çaba sarfetmeye gerek yoktu gerçekten. Sağımdan, solumdan, önümden, arkamdan gelen tüm sesler, yine futbolda kaçan Türkiye Kupası ve lig kupasını işaret ediyordu. Herkes şıklardan 'Ne yapalım, kısmet değilmiş' seçeneğini seçiyordu elimahkum! Yine de hem tribünleri hem de müthiş bir mücadele ortaya koyan basketbol takımını tebrik etmek lazım.

Ne olursa olsun, futbolda sezona müthiş bir başlangıç yapan Fenerbahçe, yeri geldi havlu atmaya bile hazırlanırken, bir anda kendini şampiyonluk potasında bulmuş, son haftalarda alınan istikrarlı sonuçlarla da şampiyonluk umudunu son haftaya kadar taşımıştı. Ancak Türkiye Kupası'nda finale kadar geldikten sonra kupayı Trabzonspor'a kaptıran Sarı-Laciverliler, ligin son maçında da kupayı Bursaspor'a teslim etti. Başarı mı bence büyük başarı... Her iki kupada da işi finale kadar taşımak görüldüğü gibi her yiğidin harcı değil. Ama kim umursuyor, hiç kimse!!!

İşte siz ne kadar bu branşlarda şampiyonluk ipini göğüsleyip, madalya üstüne madalya, yatırım üstüne yatırım yapsanız da akıllarda kalan tek şey, futbolda yaşanan trajikomik finaller oluyor... Bize ne kalıyor, hep aynı seçenek, Ne yapalım kısmet değilmiş :)

Her şeye rağmen tüm çabanız için teşekkürler...

3 Haziran 2010 Perşembe

6+4 saçmalığı!



Ne zamandır yazacağım, bir türlü uygun zamanı bulamadım. Kısmet bugüneymiş. 1 Haziran günü DHA'nın flaş olarak geçtiği 10 yabancı oyuncuyla sözleşme imzalanabilecek haberi, her türlü güzel bir haberdi aslında. Ancak haberin ayrıntılarını geçince ajanslar, federasyonun yine yapmış olmak için aldığı bir kararmış gibi geldi bana. Aslında ilk adım olarak iyi, ama ayrıntıların içinde kaybolup gidiyorsun.

6+4, yani 10 oyuncu ile sözleşme imzalayabileceksin. Hadi yaptın diyelim...

Maç başladı, sahada 6 yabancı oyuncun var, 2 tanesi de kulübede, etti 8. Ya geriye kalan ikisi? Tribünde mi bekleyecek!!! Aklım almıyor, çok mu düşünmüşler acaba bu kararı almak için!

O iki yabancı oyuncuyu sonra takıma nasıl adapte edeceksin. Teknik adam maç kadrosunu açıklarken, "Hadi bakalım, siz ikiniz tribünde oturun, maç izleyin" mi diyecek. Oyuncu bunu kabul edecek mi? Küsmeceler, darılmacalar, tavır almacalar olmayacak mı? Bu mudur yani Türk futbolunun gelişmesini sağlamak için aldığınız önlem. Dedim ya sadece yapmış olmak için, bakın biz de uğraşıyoruz demek için yapılmış bir şey bu!

Bırakalım yabancı oyuncu sayısının Türk futboluna olumsuz etkisini falan. Arda Turanlar, Semih Şentürkler nasıl yetiştiyse, bundan sonra da aynı şeyler olacak. Hayır sanki bu güne kadar yabancı sayısına kısıtlama getirildi de, Messiler, Rooneyler, Ballacklar, Ronaldinholar çıkardık!

Biraz akıl, biraz mantık, çok şey mi istiyoruz bilemiyorum...

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Gitti gidiyor Deivid!

Deivid De Souza... Onu hatılayan, Inter ve Chelsea'ye attığı o müthiş gollerle hatırlar. Sağ olsun benim de bu gollerin ardından, Martaton Üst'te sevinçten metrelerce sürüklenmişliğim de vardır.

Brezilya'da attığı gollerle 'The Matador' lakabı takılan Brezilyalı, 1 Eylül 2006'da, 1 yılı opsiyonlu 4 senelik sözleşmeyi imzalayarak Fenerbahçeli olmuştu. Fenerbahçe formasıyla 138 maça çıkıp, 43 gol ve 17 asist yaptı. İyi günleri de oldu, kötü günleri de.... Kimi zaman takımın vazgeçilmezlerinden biriydi, kimi zamansa yedek kulübesine mahkum oldu. 2009 sezonu hazırlıklarında sol ayak fibula kemiği kırıldı, uzun süre sahalardan uzak kaldı, zaten bir daha toparlayamadı...

Açıkçası Sarı-Lacivertliler'deki en inişli çıkışlı kariyere sahip oyunculardan... Bu yüzden hep ama hep konuşulan isim oldu, şimdi ise topun ağzında... Hatırlarsınız, basında Aziz Yıldırım'ın "Aldığın parayı hak ediyor musun?" diyerek kendisine çıkıştığı bile yazıldı. Özellikle de bu sezon ortaya koyduğu (koyamadığı) performans kimseyi memnun etmeyince, gönderilecek isimlerin başındaki yerini çoktan aldı Brezilyalı oyuncu.

Bu golleri eklemezsem ayıp olur :)

Chelsea'ye attığı gol




Inter'e attığı gol

25 Mayıs 2010 Salı

Süper Lig'in en çok kazanan hakemleri!

Süper Lig'de geçtiğimiz sezonun en çok para kazanan hakemleri açıklandı. Rakamlara göre sezonun rekortmeni 48.858 TL ile Kuddusi Müftüoğlu olurken, en az para kazanan hakemimiz ise 12.308 TL ile Suat Arslanboğa oldu.

İşte listede yer alan en çok kazanan ilk 10 hakemimiz...

Kuddusi Müftüoğlu - 48.858 TL
Fırat Aydınus - 48.005 TL
Abdullah Yılmaz - 47.413 TL
Hüseyin Göçek - 45.002 TL
Aytekin Durmaz - 44.406 TL
Yunus Yıldırım - 43.705 TL
Bünyamin Gezer - 42.556 TL
Cüneyt Çakır - 41.703 TL
Serkan Çınar - 40.735 TL
Halis Özkahya - 4O.554 TL

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Teşekkürler Fatih Gökşen!

Galatasaray'ın eski futbol şube sorumlusu Fatih Gökşen, katıldığı bir radyo programında, Fenerbahçe'nin şampiyonluğu son anda kaçırmasının kendileri adına başarısız geçen bir sezonun üzüntüsünü hafiflettiğini söylemiş. Ayrıca, sezon sonunda Beşiktaş ve Fenerbahçe arasındaki gerginlik yüzünden kendi başarısızlıklarının gündeme gelmemesinden de bir o kadar mutlu olan bu adamcağız, bu söyledikleri ile ülkemizdeki futbol anlayışının nerelerde olduğunu bizlere ispat etmek istemiş bence. Taraftar söylese tamam da yönetici sıfatında biri bunları söyleyince daha güzel oluyor. Bizleri gerçeklerle yüzleştirdiği için kendisine binlerce kez teşekkür ediyorum. Saygılarımla...

21 Mayıs 2010 Cuma

David Villa'dan 4 yıllık imza!


Valencia'nın golcü oyuncusu David Villa, Nou Camp'ta muhteşem bir törenle kendisini 4 yıl boyunca Barcelona'lı yapan imzayı atarken dünyanın en iyi takımına transfer olduğunu söyledi. Zaten yalan da değil. Açıkçası önümüzdeki sezon, Messi'li, Xavi'li, Iniesta'lı Pedro'lu Barcelona, David Villa'yı da kadrosuna katarak müthiş maçlara imza atacakmış gibi bir his var içimde. Yani yine şu olacak; Barça'yı izleyeceğiz, dönüp bir de bizim lige bakacağız, yine futbolumuzdan soğuyacağız, yine...

Neyse, vatana, Katalanlara hayırlı olsun...

20 Mayıs 2010 Perşembe

İmza atıldı, İstanbul hegemonyası sona erdi!





Süper Lig'de Trabzonspor'dan sonra şampiyon olmayı başaran ikinci Anadolu kulübü olan Bursaspor, yıllardan beri şampiyonluğa abone olan İstanbul takımlarının hegemonyasına son verdi ve bunun imzasını da Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne attı.

Her sezon sonu olay yaratan boğaz köprüsüne bayrak asma operasyonu, bu kez de Yeşil-Beyazlılar'dan geldi. İlk olarak FSM Köprüsü'ne yeşil-bayaz dev bayrağı asan Bursasporlular, ardından da Boğaziçi Köprüsü'nün yolunu tuttu ve bir dev bayrak da oraya astı.

18 Mayıs 2010 Salı

Bir devrim de Türk basınına lütfen!



Bir devrim yaşandı gözümüzün önünde! Bursaspor, yılmadan yıkılmadan yürüdüğü yolda, her şeye rağmen göğüsledi şampiyonluk ipini. Trabzonspor'dan sonra bir ilki başardı ve bu müthiş başarı, Türk futbol tarihininin en temiz sayfalarına, en güzel şekilde kazındı.

Ama bu devrim beni kesmedi! Bir devrim de Türkiye'deki spor basınına lazım ne yazık ki!!! Fenerbahçe'nin şampiyonluğu kaçırışını, Bursa'nın şampiyon olmasından daha önemli gören bir basın ordumuz var ne yazık ki!

Sağlam Fenerbahçeliyimdir, ama bu gerçekleri görmezden gelmek demek, mesleğe ihanet demek benim için...

Kabul, 30 milyon Fenerbahçeli var bu ülkede.
Kabul, Fenerbahçe kazandığı zaman gazeteler normalden çok daha fazla satar.
Kabul, Fenebahçeli genel yayın yönetmenleri vardır.
Ama bunların hiçbiri, Yeşil-Beyaz devrimi görmeye engel olamaz...

Herkes bir takım tutar ama zamanı geldiğinde, mesleğe, unvanına ilişkin sorumluluğu yerine getirir. Çıkarır at gözlüklerini, şöyle bir bakar neler dönüyor etrafta diye... Ben neler yapıyorum diye bir özeleştiri yapar. Yapmıyorsan, yoksundur zaten. Hak etmiyorsundur bulunduğun yeri....

Her şeye rağmen, isteseniz de istemeseniz de bir devrim yaşanıyor bu ülkenin futbolunda... Bırakalım Fenerbahçe'yi. Bırakalım Aziz Yıldırım'ı... Bu takım seneye yine şampiyonluk potasında olacak. Var mı itirazı olan! Yok! Ama Bursaspor gibi bir değer yetişiyor. Görmezlikten gelmek, Türk futboluna en büyük ihanettir...

Teşekkürler Bursaspor.

30 Nisan 2010 Cuma

Bir gol yeter silmeye tüm kötü hatıraları!


UEFA Avrupa Ligi yarı final mücadelesinde Hamburg, İngiliz temsilcisi Fulham'a 2-1 mağlup olarak, turnuvaya veda etti. Sadece bununla kalmadı, final maçını kendi sahasında oynama şansını da kaybetti. İşte bu dramatik veda tarihin bir köşesinde kendine yer ayırırken, maçın 22. dakikasında Hamburg'un forvet oyuncusu Mladen Petric'in attığı inananılmaz frikik golü de elbet o tozlu sayfalarda yerini alacaktır...

29 Nisan 2010 Perşembe

Mourinho 3-2 Barcelona




Tam da futbol oynamak isteyenlerle, oynatmak istemeyenlerin maçı oldu... Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçında İtalyan devi Inter, Barcelona'ya 1-0 mağlup olsa da ilk maçta aldığı 3-1'lik skor avantajı ile adını finale yazdırmayı başardı.

İzleyenler görmüştür Camp Nou'daki muhteşem şovu... Taraftarlar tribünleri doldurmuş, tamamen galibiyete odaklanmıştı. Pankart şovlar, kulakları sağır edecek tezahüratlar, insanı adeta büyülüyordu. Bir de bu 98.000 kişinin önünde Portekizli teknik adam Mourinho olunca, bir başka hale büründü Nou Camp!

Geçmişte Barcelona'da tercümanlık yapmış Portekizli teknik adam Mourinho, Barcelonalı taraftarların Luis Figo'dan sonra en çok nefret ettiği ikinci adam. Gerçekten de seveninden çok, nefret edeni var bu adamın... Kurt hoca, maç öncesi verdiği demeçler, kışkırtıcı hareketleriyle her zaman rakip takımın bir numaralı düşmanı olumuştur... Daha önce oynanan Barcelona - Inter maçında kendisine 'Tercüman' diye tezahürat eden Barçalılar'a inat, bu maç için aklında bir tek Santiago Bernabeu'da oynanacak olan final maçı vardı. Yani, Camp Nou'da adeta döktürmek isteyen Barcelona'ya top oynatmayacaktı Mourinho, zaten öyle oldu.

90 dakika boyunca 'Catenaccio nedir, nasıl yapılır' tüm dünyaya izlettiler Mourinho ve arkadaşları. Maç başladı, şöyle bir baktığınızda tüm ibreler Barça'dan yanaydı. Inter yarı sahasından çıkamıyordu, Barcelona'da bu güne kadar yapmadığı kadar kanatlardan ceza sahasınma ortalar gönderiyordu. Tabi gönderiyordu da ne oluyordu, hiç. İlk yarıda Messi'nin ceza yayından vurduğun şut dışında adam gibi pozisyonu yoktu Katalanlar'ın...

Mücadelede 28. dakikada Motta ikinci sarı karttan kırmızı ile oyun dışında kalınca, gol bekleyen ağızlar sulandı, Barça gol gol gol' diye nidalar atılmaya başlandı :) Ancak Inter öyle bir kapanıyordu ki kendi sahasına, Eto'o ve Milito bile artık kanat oyuncusu olmuş, Barcelona ataklarını engellemeye çalışıyordu. Tabi tüm bunlar Motta'nın oyundan atılmasının sonucu da olabilir. Inter kapandıkça kapandı, Barça'nın gol bulabilme şansı da aynı oranda düşmeye başladı... Bu yüzden Motta atılmasaydı belki de başka olabilirdi skor...

İkinci yarıda Camp Nou'da tezahüratlar yavaş yavaş dinerken, bir ara 98.000 kişinin arasından Inter taraftarlarının sesleri bile duyuluyordu. Barcelona için dakikalar bir bir azalırken, Guardiola risk alacağı yerde Ibrahimovic'i oyundan alarak tüm izleyenleri şaşkınlığa uğrattı. BU arada, Ibra oyundan çıkarken bize çok tanıdık bir sahne gerçekleşti Camp Nou'da... Fenerbahçe'de Güiza'nın oyundan çıkıp Semih'in oyuna girdiği zaman olanların tam tamına aynısı yaşandı. Ibra tabelada kendi numarasını görüp saha kenarına doğru yöneldi, stadın yarısı alkışlıyor, yarısından da homurdanmalar yükseliyordu. Veee Bojan Krkic sahaya adımını attı ve o işte anda gürültü koptu.

Ibra'nın yanına Krkic'i koysan belki daha iyi olurdu ancak, Krkic oyuna girdikten sonra Ibra'dan daha iyi iş çıkardı desek pek de yalan olmaz... Hele öyle bir pozisyon kaçtı ki.... Sol kanattan arka direğe doğru gelen ortaya, müsait pozisyonda Krkic kafa vuruşunu yaptı, milyonlarca insan bu vuruşla beraber gol diye ayağa kalktı ama top direğin hemen yanından auta gitti.

Dakikalar 84'ü gösterdiğinde Barcelona ofsayt da olsa, Pique ile aradığı golü buldu... Biraz geç oldu ama, Barcelona bu... İki dakikada 2 gol bulabilirdi. Ümütler yeniden yeşerdi, Nou Camp ayaklandı... Maç bitti bitecek derken, Krkic ile bir gol daha buldu Katalanlar, ama işte o gol sayılmayınca her şey sona erdi...



Şampiyonlar Ligi'nde yıllardır hasret kalan İtalyan devi Inter, 38 yıl sonra yeniden finale çıkıyordu. Bitiş düdüğüne saniyeler kala yere çökmüş olan Mourinho, son düdükle beraber fırladı Nou Camp'ın çimlerine... Çocuklar gibi şendi! Şöyle hafiften Barcelona taraftarına doğru şovunu yaptıktan sonra, soluğu kendi taraftarının yanında aldı. Çok Abartılıydı, ama kendince de haklıydı. geçen sene dünya üzerinde kupa bırakmayan Barcelona'yı kupa dışına itiyordu... Bu arada Victor Valdes'le de arasında ufak bir sürtüşmenin ardından doyasıya kutladı top oynatmayarak aldığı final biletini... Kimse istemezdi bu maçın böyle 1-0 bitmesini ama kim olsa aynı şeyi yapardı Barcelona karşısında.

Santiago Bernebeu'da finalin adı FC Inter - Bayern Münih... Bakalım Kurt hoca Mourinho'nun öğrencileri neler yapacak...

Mourinho 3-2 Barcelona





Tam da futbol oynamak isteyenlerle, oynatmak istemeyenlerin maçı oldu... Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçında İtalyan devi Inter, Barcelona'ya 1-0 mağlup olsa da ilk maçta aldığı 3-1'lik skor avantajı ile adını finale yazdırmayı başardı.

İzleyenler görmüştür Camp Nou'daki muhteşem şovu... Taraftarlar tribünleri doldurmuş, tamamen galibiyete odaklanmıştı. Pankart şovlar, kulakları sağır edecek tezahüratlar, insanı adeta büyülüyordu. Bir de bu 98.000 kişinin önünde Portekizli teknik adam Mourinho olunca, bir başka hale büründü Nou Camp!

Geçmişte Barcelona'da tercümanlık yapmış Portekizli teknik adam Mourinho, Barcelonalı taraftarların Luis Figo'dan sonra en çok nefret ettiği ikinci adam. Gerçekten de seveninden çok, nefret edeni var bu adamın... Kurt hoca, maç öncesi verdiği demeçler, kışkırtıcı hareketleriyle her zaman rakip takımın bir numaralı düşmanı olumuştur... Daha önce oynanan Barcelona - Inter maçında kendisine 'Tercüman' diye tezahürat eden Barçalılar'a inat, bu maç için aklında bir tek Santiago Bernabeu'da oynanacak olan final maçı vardı. Yani, Camp Nou'da adeta döktürmek isteyen Barcelona'ya top oynatmayacaktı Mourinho, zaten öyle oldu.

90 dakika boyunca 'Catenaccio nedir, nasıl yapılır' tüm dünyaya izlettiler Mourinho ve arkadaşları. Maç başladı, şöyle bir baktığınızda tüm ibreler Barça'dan yanaydı. Inter yarı sahasından çıkamıyordu, Barcelona'da bu güne kadar yapmadığı kadar kanatlardan ceza sahasınma ortalar gönderiyordu. Tabi gönderiyordu da ne oluyordu, hiç. İlk yarıda Messi'nin ceza yayından vurduğun şut dışında adam gibi pozisyonu yoktu Katalanlar'ın...

Mücadelede 28. dakikada Motta ikinci sarı karttan kırmızı ile oyun dışında kalınca, gol bekleyen ağızlar sulandı, Barça gol gol gol' diye nidalar atılmaya başlandı :) Ancak Inter öyle bir kapanıyordu ki kendi sahasına, Eto'o ve Milito bile artık kanat oyuncusu olmuş, Barcelona ataklarını engellemeye çalışıyordu. Tabi tüm bunlar Motta'nın oyundan atılmasının sonucu da olabilir. Inter kapandıkça kapandı, Barça'nın gol bulabilme şansı da aynı oranda düşmeye başladı... Bu yüzden Motta atılmasaydı belki de başka olabilirdi skor...

İkinci yarıda Camp Nou'da tezahüratlar yavaş yavaş dinerken, bir ara 98.000 kişinin arasından Inter taraftarlarının sesleri bile duyuluyordu. Barcelona için dakikalar bir bir azalırken, Guardiola risk alacağı yerde Ibrahimovic'i oyundan alarak tüm izleyenleri şaşkınlığa uğrattı. BU arada, Ibra oyundan çıkarken bize çok tanıdık bir sahne gerçekleşti Camp Nou'da... Fenerbahçe'de Güiza'nın oyundan çıkıp Semih'in oyuna girdiği zaman olanların tam tamına aynısı yaşandı. Ibra tabelada kendi numarasını görüp saha kenarına doğru yöneldi, stadın yarısı alkışlıyor, yarısından da homurdanmalar yükseliyordu. Veee Bojan Krkic sahaya adımını attı ve o işte anda gürültü koptu.

Ibra'nın yanına Krkic'i koysan belki daha iyi olurdu ancak, Krkic oyuna girdikten sonra Ibra'dan daha iyi iş çıkardı desek pek de yalan olmaz... Hele öyle bir pozisyon kaçtı ki.... Sol kanattan arka direğe doğru gelen ortaya, müsait pozisyonda Krkic kafa vuruşunu yaptı, milyonlarca insan bu vuruşla beraber gol diye ayağa kalktı ama top direğin hemen yanından auta gitti.

Dakikalar 84'ü gösterdiğinde Barcelona ofsayt da olsa, Pique ile aradığı golü buldu... Biraz geç oldu ama, Barcelona bu... İki dakikada 2 gol bulabilirdi. Ümütler yeniden yeşerdi, Nou Camp ayaklandı... Maç bitti bitecek derken, Krkic ile bir gol daha buldu Katalanlar, ama işte o gol sayılmayınca her şey sona erdi...



Şampiyonlar Ligi'nde yıllardır hasret kalan İtalyan devi Inter, 38 yıl sonra yeniden finale çıkıyordu. Bitiş düdüğüne saniyeler kala yere çökmüş olan Mourinho, son düdükle beraber fırladı Nou Camp'ın çimlerine... Çocuklar gibi şendi! Şöyle hafiften Barcelona taraftarına doğru şovunu yaptıktan sonra, soluğu kendi taraftarının yanında aldı. Çok Abartılıydı, ama kendince de haklıydı. geçen sene dünya üzerinde kupa bırakmayan Barcelona'yı kupa dışına itiyordu... Bu arada Victor Valdes'le de arasında ufak bir sürtüşmenin ardından doyasıya kutladı top oynatmayarak aldığı final biletini... Kimse istemezdi bu maçın böyle 1-0 bitmesini ama kim olsa aynı şeyi yapardı Barcelona karşısında.

Santiago Bernebeu'da finalin adı FC Inter - Bayern Münih... Bakalım Kurt hoca Mourinho'nun öğrencileri neler yapacak...

28 Nisan 2010 Çarşamba

Hey gidi Cüneyt Çakır




Ne övmek ne de yermek için yazıyorum bunları. Ama bu olanları görmezden gelemeyiz, gelmemeliyiz...

Yıllardır konuşur bu millet onları. Sadece orta olanlarını değil, yan olanlarını da dörüncü olanlarını da... Hatta ve hatta toplu olarak, hep bir ağızdan onların annelerini de, karılarını da, çocuklarını da...

Her yıl mutlaka birilerinin canını yaklarlar şu baş belası hakemlerimiz. Penaltılar çalınmaz, top kale çizgisini geçer ama oyun devam eder, kırmızı kartlar havada uçuşur, oyun ihlalleri falan filan, neler olur neler! Tamam kabül, formsuzdurlar, oyunun kontrolünü kaybederler, tribünlerin etkisi altında kalırlar, eyyamcılık yaparlar bilmem ne!

Hemen empati kuralım... Beşiktaş, Fenerbahçe ya da Galatasaray... Bu takımlarımız Avrupa Kupaları'nda mücadele ettikleri zamanlarda, hakemi etki altına almak için sahamızdaki maçlarda var gücümüzle bağırmaz mıyız? Biz deplasmana gittiğimizde rakip takımın taraflar aynı şekilde bağırmaz mı, bağırır... Peki yok mudur etki altına girip bedavadan kartların çıktığı maçlarımız, elbetteki vardır...

Maçlardan önce düzenlenen basın toplantılarında, UEFA'ya yazı gönderdik. Şu maça yabancı hakemin atanmasını istedik de, bilmem ne derler... Olabilir mi böyle bir şey? UEFA kalkıp da senin iç işlerine karışır mı, karışmaz...

Bunlar her takımın mağlubiyet sonrası taraftara şirin görünme ve 'bakın hakkımızı nasıl da savunuyoruz' demek için yapılmış göstermelik hareketlerden başka bir şey değildir ne yazık ki!

Dedim ya, ne övmek ne de yermek için yazdım bunları. Herkesin gönlündeki takımın en kritik zamanlarda, en önemli puanları gitmiştir hakemler sayesinde. Ama bir o kadar da kazanmışızdır havadan puanları! Bizim ülkede futbola böyle pozitif bakmak pek kabul görmez ama onlar da insan diyiveriyor insan içinden.

Her şeye rağmen bir gerçek var! Yarın akşam UEFA Avrupa Ligi yarı final rövanşında, Fulham-Hamburg maçını yönetecek olan hakem bir Türk, adı da Cüneyt Çakır. Şöyle bir yoklayın hafızanızı. Kim bilir kaç kere arkasından küfürler ettik değil mi!

Ama durun! Sadece onunla da kalmadı, Bahattin Duran ve Tarık Ongun yardımcısı, Halis Özkahya da maçın dördüncü hakemi olacak. Hüseyin Göçek ve Bülent Yıldırım da ilave yardımcı hakem olarak görev alacaklar. Hiç de istemediğimiz bir tablo yani!!!

Ne diyelim, hepsine de ayrı ayrı başarılar... Şimdi soruyorum, kariyerinde buralara kadar yükselen Cüneyt Çakır, Fulham-Hamburg maçında hatalı bir penaltı kararı verse ne olur? UEFA'yı boş verin, Türkiye'de neler olur, neler konuşulur bir düşünün!!!

Yeri gelmişken Cüneyt Çakır'ın 2009/2010 sezonunda görev aldığı uluslararası maçları da yazalım...

3 Mart 2010: Hollanda-ABD milli maçı
25 Şubat 2010: Marsilya-Kopenhag (UEFA Avrupa Ligi)
17 Aralık 2009: Ajax-Anderlecht (UEFA Avrupa Ligi)
5 Kasım 2009: Levski Sofya-Salzburg (UEFA Avrupa Ligi)
1 Ekim 2009: Valencia-Genoa (UEFA Avrupa Ligi)
9 Eylül 2009: Arnavutluk-Danimarka (2010 Dünya Kupası Grup Eleme)
20 Ağustos 2009: Nacional-Zenit (UEFA Avrupa Ligi Play-Off)
30 Temmuz 2009: Steaua Bükreş–Motherwell (UEFA Avrupa Ligi 3. Ön Eleme Turu)
21 Temmuz 2009: Levadia Tallinn-Wisla Krakow (UEFA Avrupa Ligi 2. Ön Eleme Turu)
26 Haziran 2009: İsveç-İngiltere (U-21 Avrupa Şampiyonası Yarı Final Maçı)
19 Haziran 2009: Belarus-Sırbistan (U-21 Avrupa Şampiyonası)
15 Haziran 2009: İngiltere-Finlandiya (U-21 Avrupa Şampiyonası Açılış Maçı)

24 Nisan 2010 Cumartesi

Alkışlarla...


Hatırlarsınız, sezon başında sahasında Galatasaray'ı konuk eden Kasımpaşa, maç biletlerini 120 Lira'dan satışa sunmuş ve Başkan Adnan Polat da bu durumu protesto etmek için maçı tribünde, Galatasaray taraftarlarının arasında izlemişti. Sezonun ikinci yarısında ise Galatasaray Spor Kulübü kendilerine yapılanları unutmadı ve Kasımpaşa'ya adeta misilleme yaparak, Ali Sami Yen'de oynanacak maçının bilet fiyatlarını farklı tarifeden sunmuştu.

Tüm bu olanların ardından, ligin bitimine dört hafta kala aç kalmış Kasımpaşa yönetimi, son bir vole vurmak için harekete geçti ve Galatasaray'a uyguladığı tarifenin aynısını Fenerbahçe'ye de uyguladı. 120 Liralık biletleri görünce şaşkına dönen Fenerbahçeliler maça nasıl gideceklerini kara kara düşünürken, yönetim taraftarının yardımına koştu...

Sezon ortasında takıma küsen ve artık maçlara gelmeyi reddeden taraftarın gönlünü almak için bilet fiyatlarında indirime giden yönetim, Kasımpaşa maçı için de müthiş bir centilmenliğin altına imzasını attı. 120 Lira'dan satışa çıkan biletleri Kasımpaşa Kulübü'nden alan kulüp yönetimi, bu biletleri 50 ve 80 Lira'dan satışa sunarak taraftarının gönlünü adeta mest etti. Bu olayın ardıdan sağdan soldan birçok dedikodu çıkacağını bile bile bu işin altına imzasını atan yönetimi kutlar, 'Her zaman böyle olsanıza len' der, bu yazıyı tamamlarım...

19 Nisan 2010 Pazartesi

Kirlisin Bilica kirli!




Sezonun belki de en önemli maçlarından biri oynandı ve Fenerbahçe, Alex'in 2. dakika bulduğu golle Beşiktaş'ı 1-0 mağlup etmeyi başardı. Golle başlayan mücadelede Fenerbahçe'nin her maçta rakiplerine elbet bir iyiliği dokunur diye kadroya aldığı 'İspanyol golcü' Güiza, yine ilk yarının başı sayılacak anlarda, yani 12. dakikada yakaladığı pozisyonu değerlendirse, skor 2-0 olmuş ve derbi çoktan bitmiş olacaktı.

İlk yarıda Fenerbahçe'nin baskılı oyununa, Beşiktaş anca ikinci yarıda cevap verebildi. 90 dakika boyunca iki takımın da canı yanlış ofsayt bayrakları sayesinde birçok kez yandı ne yazık ki! Lugano'nun ceza sahası içinde topa elle hamlesi açık penaltıyken, Beşiktaş ceza alanı içinde yerde kalan Mehmet Topuz'un pozisyonu da keza öyle... Yani kim ne derse desin, hakemler yine formdaydı!!!


Her şeye rağmen beni benden alan adam Bilica'ydı bu gece! Yaptığı hareket acizlik, basitlik kokuyor adeta... Zaten saha içinde yaptığı gereksiz hareketlerle sabıkalı olan Brezilyalı, penaltı düdüğünden sonra yaptığı kazı çalışmasıyla beraber tamamen gözden düştü. Kirlisin arkadaş, ruhun kirli bir kere. Ne yazık ki yaptığın galibiyete gölge düşürmekten başka bir adım öteye gidemedi... Sen hiç ama hiç merak etme, bu galibiyet Alex'in şutu ile değil, tribünlerin müthiş desteğiyle değil, senin bu yaptığın basitlikle anılacak uzun yıllar...

Not: Bu arada maçın tekrar edileceğini düşünenler var tabiki... Ancak öyle bir şey sanırım olmayacak çünkü, hakem Bilica'yı sarı kartla cezalandırdı ve penaltı noktası eski haline getirildi. Kurallarda, eğer oyunun genel seyrini etkileyecek ve rakibe dezavantaj sağlayacak değişikliklerde bulunan oyuncu cezalandırılmaz ya da bu değişiklik maç boyunca düzeltilmez ise oyun tekrar edilir diye yazıyor...

Kırmızı kart pozisyonlarında ise ilginçtir, bir metre önündeki dirsek pozisyonunu neredeyse es geçmek üzereyken, artık yan hakemin uyarısıyla mı, yoksa tribünlerden gelen büyük tepkiyle mi kafasına dank eden Hüseyin Göçek, Ernst'i atmakta haklıydı. Toraman ise attığı tekmeden, Vederson ise yan hakeme yaptığı hareketten oyundan atıldı. 3 kırmızı kartın 3'ü de gereksiz, bir sonraki hafta takımlarını yalnız bırakmak adına sanki bilerek yapılmış hareketlerin ürünü... Beşiktaş'ın önümüzdeki hafta Sivasspor, Fenerbahçe'nin ise Kasımpaşa maçında bu eksikleri çok ama çok arayacakları kesin...

Sonuç olarak Fenerbahçe yine gol yemeden bir haftayı daha geride bırakırken, şampiyonluğa bir adım daha yaklaştı. Ancak kalan Kasımpaşa, Eskişehir, Ankaragücü ve Trabzon maçları ise daha hiçbir şeyin bitmediğini gösteriyor. Beşiktaş ise Mustafa Hoca'nın dediği gibi işi mucizelere bıraktı. Geçtiğimiz yılın çifte kupalı şampiyonu, bu sezonun en çok kaybedenlerinden biri oldu....


9 Nisan 2010 Cuma

Ve işte karşınızda El Clasico!



Barcelona'nın 4-1'lik Arsenal galibiyetinin ardından bu yazıyı kaleme almak, bir hayli zor geliyor insana... Bir kere, haftalardır ortaya konan büyüleyici futbolun ardından Barcelona, bu yazıya her türlü 1-0 önde başlıyor. Yani Katalanlar benim için yine favori, yine favori...
La Liga'da bitime sekiz hafta kala, ligin zirvesi adeta kaynıyor... İki takım da zirvede aynı puanda ve kazanan sadece 3 puan almakla kalmayacak, şampiyonluk adına çok büyük bir engeli de aşmış olacak. Belki de galip gelen takım için, de o meşhuuur 'Şamp...' tabiri bile kullanılmaya başlanacak. Sonuç olarak, iki takım da bu psikoloji ile sahaya çıkacaklarından, stresli ama bir o kadar zevkli, baş döndürücü ve bol gol pozisyonlu bir 'El Clasico' bizleri bekliyor...
Ayrıca ligde son 12 maçtır kazanan Real Madrid, bu kez büyük bir iştahla Barcelona'yı bekliyor... Son maçlarda Katalanlar'a karşı alınan kötü sonuçlar, çizilen karizmalar, takımı adeta ateşlemiş durumda... Her ne kadar Arsenal maçından sonra, Madrid cephesinden gelen Messi yorumları, takımın biraz sıkıntı içinde olduğunu gösterse de bu maçı kazanmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.
Ne diyelim, muhteşem bir futbol resitali için geri sayım başladı... Cumartesi akşamı 90 dakikalığına bu diyardan ayrılıp, başka bir gezegende olacağız. Herkese şimdiden iyi seyirler...

4 Mart 2010 Perşembe

Ne gurur ama!


Galatasaray'ın efsanevi oyuncularından Tugay Kerimoğlu, Galatasaray Kulübü'nde altyapının başına getirildi.

Yıllarca Galatasaray formasını giyip, hatırı sayılır gollere imza atan, ardından Avrupa kariyerine Glasgow Rangers ile başlıp, Blackburn Rovers ile son noktayı koyan Tugay, artık yeni Tugay'lar, Metin'ler, Hakan'lar yetiştirmek için kolları sıvadı. Hem Tugay için hem de Galatasaray için büyük bir gururu olsa gerek... Tamam, Galatasaray'ın eski futbolcularını kullanıp kullanıp bir paçavra gibi bir kenara atma huyu vardır ama, bu başka... Tugay Kerimoğlu o!

Blackburn'den ayrılırken tribünlerdeki taraftarların kendisine gösterdiği sevgi gösterisi, öyle her Türk futbolcunun başına gelecek türden bir şey değil... İnşallah futbolculuğu gibi, antrenörlüğü de başarılarla dolu olur... O zaman Türk futbolu adına, kendisinden daha çok Tugay'lar yetiştirmesini bekliyoruz... Başarılar Tugay Kerimoğlu...

Yapma bunu, yapma bunu!


A Milli Takım İnönü Stadı'nda Honduras'ı 2-0 yenince, gazeteler sanki takım sahada döktürmüş gibi, "Şimdi Dünya Kupası'nda olmak vardı anasını satayım" gibilerinden naralar atmış...

Dün akşam oynanan Honduras maçını adam akıllı izleyen varsa anlar beni... Volkan Demirel, Sabri Sarıoğlu, Emre Güngör, Servet Çetin, Caner Erkin, Hamit Altıntop, Mehmet Aurelio, Emre Belözoğlu, Arda Turan, Volkan Şen ve Mevlüt Erdinç ilk 11'i ile sahaya çıkan millilerimiz, 41'de Emre Güngör, 55'te Hamit Altıntop'un güzel golüyle sahadan 2-0 galip ayrıldı. Galip ayrıldık ayrılmasına ama, daha maç öncesinde kadroya şöyle bir bakınca, bu takımın öyle ahım şahım bir futbol oynayamayacağını da öngörmüştüm. Tamam, daha şimdiden takım sahada fırtına gibi essin demiyoruz ama, bu oyunla Dünya Kupası'nda yeri yerinden oynatırdık gibi manşetlere, yazılara, yalakalıklara ne gerek var. Nasıl olsa bir şey kazanmadık, bir şey kaybetmedik. Haticeye değil de netice bakmanın ne anlamı var. Beyaz sayfalar açmalar, Ah Dünya Kupası Ah'lar falan... Gereksiz hareketler bunlar!

Her şeye rağmen dünkü maçta, Emre ve Arda'nın uyumu güzel, Hamit'in orta alandaki hakimiyeti güven verici, sonradan oyuna giren Tuncay'ın hareketliliği ise her zamanki gibi heyecanlıydı. Birçok oteritenin de söylediği gibi bu takımın adam gibi bir santrafora ihtiyacı var. Şu şartlarda Hakan Şükür'ü mumla arıyan var mıdır acaba benden başka?

Neyse... Önümüzde daha uzun bir maraton var. Elbet takımda daha çoook değişiklikler olacaktır. Ne diyelim, umarım Milli Takım adına güzel günler bizleri bekliyordur.

2 Mart 2010 Salı

Ben Mahsun'da o 'Güneşi gördüm'



Olmadı Mahsun olmadı! İşte bunu senden beklemezdim! Yanlış meslek seçmişsin bir kere en başta... O yanık sesinle, "Bebeğim beniim, bebeğim beniiim" diye yıllarca beynimi tırmalayacağına, keşke en başından atılsaydın şu sinema işine...

İtiraf etmeliyim ki, 'Güneşi gördüm' filmi vizyona girdiğinde önyargıyla yaklaşıp, sinemada izlemedim. Mahsun'un filminin de müziği gibi beni çok rahatsız edeceğini düşünmüştüm açıkçası. Raslantı işte! Dün akşam yılın favori dizisi 'Ezel'i beklerken televizyon başında, bir anda karşımda buluverdim Mahsun'u. Yine böyle acı acı bakıyordu trenin camından, geride kalan dağlara taşlara... Dedim ya önyargılı yaklaştım diye. Arkadaşlarımın ne kadar beğendini bilsem de, inat etmiştim izlemeyecektim. Ama bu sefer farklı bir şey vardı, 'Tamam' dedim izleyelim...

Nereden bilebilirdim ki, filmin sonunda ayağa kalkıp alkışlayacak kadar olacağımı... Nereden bilebilirdim Mahsun'un bu kadar güzel bir yapıtın altına imzasını atacağını... İnanın gözlerim dolu dolu, her anını soluksuz izledim.

Kullanılan kamera teknikleri, senaryonun etkileyiciği, konunun abartısız işlenişi, kullanılan ışık, tüm karakterlerin gerçekten rolün hakkını vererek oynaması, her şey mükemmeldi bence... Hele devletin Mahsun'un çocuklarını elinden alıp, yetiştirme yurduna götürürken arkalarından koştuğu bir sahne var ki...

Yıllardır çözülemeyen kavganın ortasında yaşamaya çalışan bir aile var ortada. Devlet bir türlü, 'Ordaaa bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür' demiyor, diyemiyor... İşte devletin bir türlü uzanamayan eli, en sonunda zorunda bırakıyor halkı göç etmeye. Teröristlerin köylülerden yardım almasının önüne geçmek için, devlet halkın kapısına dayanıyor ve diyor ki "Gidin buradan. Gidin de nereye giderseniz gidin. Eşek değilsiniz ya, gittiğiniz yerde elbet kafanızı sokacak bir yer, üç kuruşa çalışacak bir iş bulursunuz"

Ve başlıyor macera...

Baştan sona bu ülkenin gerçeğini anlatıyor Mahsun Kırmızıgül, abartısız, samimi bir şekilde. Yoksulluk, çaresizlik, unutulmuş bir halk, silah sesleri arasında bir yaşam ve bir türlü bitmek bilmeyen kavganın ortasında sönen ocaklar. Cinsel tercihlerine saygı duyulmayan bir gencin, yaşam savaşı bile var filmde...

Uzun uzun filmi anlatmaya gerek yok... Sorun bu ülkenin sorunu, acı bizim acımız... Mahsun Kırmızıgül'e saygılar duyup, bitirmek lazım sözü... Dedim ya yanlış meslekle giriş yapmış piyasaya. Şimdi Amerika'da 'New York'ta 5 Minare' filmini çekiyor Mahsun. Güneşi gördüm filmin, izledikten sonra, beklentim hayli yüksek. Umarım beklediğim gibi olur...

İğne - Çuvaldız İlişkisi!


Fenerbahçe'nin hafta sonunda İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a yenilmesinin ardından, hakem Fırat Aydınus'u Fenerbahçe düşmanı ilan eden Nihat Özdemir hakkında bir şeyler yazmazsam ölürüm.

Süper Lig'de son aldığın galibiyetin üzerinden tam bir ay geçmiş. Onu da ligin ikinci yarısının 19. haftasında Sivasspor'u 5-1 yenerek almışsın. Ogün bu gündür, Diyarbakırspor ile 1-1, Manisaspor ile 2-2 berabere kalmış, Bursaspor'a kupada 3-1, ligde 3-2 yenilmişsin. Bunlarla da kalmayıp, UEFA Avrupa Ligi'inde deplasmanda Lille 2-1, kendi sahanda 1-1 berabere kalıp, artık dönüm maçı olarak gördüğün İstanbul B.B'ye, Olimpiyat Stadı'nda olmasına rağmen, 15.000 kişilik seyircin önünde 2-1 yenilmişsin. Bak, hayal kırıklıkları yaz yaz bitmedi.

Yahu sen boşver tribünlere oynamayı, takımının sahada ortaya koyduğu futboldan memnun musun onu söyle! Hadi Büyükşehir Belediye maçını geç, Diyarbakır maçında, Lille maçında da mı Fırat Aydınus vardı? O mu engel oldu maçı kazanmana? Alex sahada, Güiza sahada, Volkan, Emre, Bilica, Dos Santos, Vederson sahada, sen hala 'Yahu bu topçuların hali ne' diye soracağına, git Fırat Aydınus'u düşman ilan et! Bravo, şak şak şak!

Evet şampiyon olmak önemli. Özelikle kasaya girecek olan para açısından, yönetim için çok çok önemli. Ama bir durup düşünmek lazım. İki seçenek var:

1)Sezon boyunca adam gibi top oynama, takımının oyuncuları sergiledikleri olumsuz performansla adeta sahada yerlerde sürünsün. taraftarına futbol adına hiçbir şey verme, ama sen git şampiyon ol!

2) Sezon boyunca fırtına gibi eseceksin. Oynadığın oyunla taraftarını mest edeceksin. Tribünlerin her maç tıklım tıklım olacak. Her şeye rağmen, şampiyonluğu kıl payı kaçıraraksın!

Hangisini seçersin?

Gerçek taraftar tabi ki ikicisini seçer.

Takımının tüm sezon boyunca ortaya koyduğu futboldan memnun olan bir taraftar düşün. Sezon sonu, son maçın son dakikasına kadar seninle birlikte olmuş, yağmur çamur dememiş bir taraftar... Sen çık topunu oyna, maçın bitiş düdüğüyle taraftar herşeye rağmen seni alır, bağrına basar. 'Olsun seneye şampiyon oluruz' der, sen merak etme!

O yüzden maç sonunda çıkıp ona buna laf etmek yersiz! Önce takım top oynasın top!

İşte boşuna söylememiş atalarımız, "İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batıracaksın" diye...