4 Mart 2010 Perşembe

Ne gurur ama!


Galatasaray'ın efsanevi oyuncularından Tugay Kerimoğlu, Galatasaray Kulübü'nde altyapının başına getirildi.

Yıllarca Galatasaray formasını giyip, hatırı sayılır gollere imza atan, ardından Avrupa kariyerine Glasgow Rangers ile başlıp, Blackburn Rovers ile son noktayı koyan Tugay, artık yeni Tugay'lar, Metin'ler, Hakan'lar yetiştirmek için kolları sıvadı. Hem Tugay için hem de Galatasaray için büyük bir gururu olsa gerek... Tamam, Galatasaray'ın eski futbolcularını kullanıp kullanıp bir paçavra gibi bir kenara atma huyu vardır ama, bu başka... Tugay Kerimoğlu o!

Blackburn'den ayrılırken tribünlerdeki taraftarların kendisine gösterdiği sevgi gösterisi, öyle her Türk futbolcunun başına gelecek türden bir şey değil... İnşallah futbolculuğu gibi, antrenörlüğü de başarılarla dolu olur... O zaman Türk futbolu adına, kendisinden daha çok Tugay'lar yetiştirmesini bekliyoruz... Başarılar Tugay Kerimoğlu...

Yapma bunu, yapma bunu!


A Milli Takım İnönü Stadı'nda Honduras'ı 2-0 yenince, gazeteler sanki takım sahada döktürmüş gibi, "Şimdi Dünya Kupası'nda olmak vardı anasını satayım" gibilerinden naralar atmış...

Dün akşam oynanan Honduras maçını adam akıllı izleyen varsa anlar beni... Volkan Demirel, Sabri Sarıoğlu, Emre Güngör, Servet Çetin, Caner Erkin, Hamit Altıntop, Mehmet Aurelio, Emre Belözoğlu, Arda Turan, Volkan Şen ve Mevlüt Erdinç ilk 11'i ile sahaya çıkan millilerimiz, 41'de Emre Güngör, 55'te Hamit Altıntop'un güzel golüyle sahadan 2-0 galip ayrıldı. Galip ayrıldık ayrılmasına ama, daha maç öncesinde kadroya şöyle bir bakınca, bu takımın öyle ahım şahım bir futbol oynayamayacağını da öngörmüştüm. Tamam, daha şimdiden takım sahada fırtına gibi essin demiyoruz ama, bu oyunla Dünya Kupası'nda yeri yerinden oynatırdık gibi manşetlere, yazılara, yalakalıklara ne gerek var. Nasıl olsa bir şey kazanmadık, bir şey kaybetmedik. Haticeye değil de netice bakmanın ne anlamı var. Beyaz sayfalar açmalar, Ah Dünya Kupası Ah'lar falan... Gereksiz hareketler bunlar!

Her şeye rağmen dünkü maçta, Emre ve Arda'nın uyumu güzel, Hamit'in orta alandaki hakimiyeti güven verici, sonradan oyuna giren Tuncay'ın hareketliliği ise her zamanki gibi heyecanlıydı. Birçok oteritenin de söylediği gibi bu takımın adam gibi bir santrafora ihtiyacı var. Şu şartlarda Hakan Şükür'ü mumla arıyan var mıdır acaba benden başka?

Neyse... Önümüzde daha uzun bir maraton var. Elbet takımda daha çoook değişiklikler olacaktır. Ne diyelim, umarım Milli Takım adına güzel günler bizleri bekliyordur.

2 Mart 2010 Salı

Ben Mahsun'da o 'Güneşi gördüm'



Olmadı Mahsun olmadı! İşte bunu senden beklemezdim! Yanlış meslek seçmişsin bir kere en başta... O yanık sesinle, "Bebeğim beniim, bebeğim beniiim" diye yıllarca beynimi tırmalayacağına, keşke en başından atılsaydın şu sinema işine...

İtiraf etmeliyim ki, 'Güneşi gördüm' filmi vizyona girdiğinde önyargıyla yaklaşıp, sinemada izlemedim. Mahsun'un filminin de müziği gibi beni çok rahatsız edeceğini düşünmüştüm açıkçası. Raslantı işte! Dün akşam yılın favori dizisi 'Ezel'i beklerken televizyon başında, bir anda karşımda buluverdim Mahsun'u. Yine böyle acı acı bakıyordu trenin camından, geride kalan dağlara taşlara... Dedim ya önyargılı yaklaştım diye. Arkadaşlarımın ne kadar beğendini bilsem de, inat etmiştim izlemeyecektim. Ama bu sefer farklı bir şey vardı, 'Tamam' dedim izleyelim...

Nereden bilebilirdim ki, filmin sonunda ayağa kalkıp alkışlayacak kadar olacağımı... Nereden bilebilirdim Mahsun'un bu kadar güzel bir yapıtın altına imzasını atacağını... İnanın gözlerim dolu dolu, her anını soluksuz izledim.

Kullanılan kamera teknikleri, senaryonun etkileyiciği, konunun abartısız işlenişi, kullanılan ışık, tüm karakterlerin gerçekten rolün hakkını vererek oynaması, her şey mükemmeldi bence... Hele devletin Mahsun'un çocuklarını elinden alıp, yetiştirme yurduna götürürken arkalarından koştuğu bir sahne var ki...

Yıllardır çözülemeyen kavganın ortasında yaşamaya çalışan bir aile var ortada. Devlet bir türlü, 'Ordaaa bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür' demiyor, diyemiyor... İşte devletin bir türlü uzanamayan eli, en sonunda zorunda bırakıyor halkı göç etmeye. Teröristlerin köylülerden yardım almasının önüne geçmek için, devlet halkın kapısına dayanıyor ve diyor ki "Gidin buradan. Gidin de nereye giderseniz gidin. Eşek değilsiniz ya, gittiğiniz yerde elbet kafanızı sokacak bir yer, üç kuruşa çalışacak bir iş bulursunuz"

Ve başlıyor macera...

Baştan sona bu ülkenin gerçeğini anlatıyor Mahsun Kırmızıgül, abartısız, samimi bir şekilde. Yoksulluk, çaresizlik, unutulmuş bir halk, silah sesleri arasında bir yaşam ve bir türlü bitmek bilmeyen kavganın ortasında sönen ocaklar. Cinsel tercihlerine saygı duyulmayan bir gencin, yaşam savaşı bile var filmde...

Uzun uzun filmi anlatmaya gerek yok... Sorun bu ülkenin sorunu, acı bizim acımız... Mahsun Kırmızıgül'e saygılar duyup, bitirmek lazım sözü... Dedim ya yanlış meslekle giriş yapmış piyasaya. Şimdi Amerika'da 'New York'ta 5 Minare' filmini çekiyor Mahsun. Güneşi gördüm filmin, izledikten sonra, beklentim hayli yüksek. Umarım beklediğim gibi olur...

İğne - Çuvaldız İlişkisi!


Fenerbahçe'nin hafta sonunda İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a yenilmesinin ardından, hakem Fırat Aydınus'u Fenerbahçe düşmanı ilan eden Nihat Özdemir hakkında bir şeyler yazmazsam ölürüm.

Süper Lig'de son aldığın galibiyetin üzerinden tam bir ay geçmiş. Onu da ligin ikinci yarısının 19. haftasında Sivasspor'u 5-1 yenerek almışsın. Ogün bu gündür, Diyarbakırspor ile 1-1, Manisaspor ile 2-2 berabere kalmış, Bursaspor'a kupada 3-1, ligde 3-2 yenilmişsin. Bunlarla da kalmayıp, UEFA Avrupa Ligi'inde deplasmanda Lille 2-1, kendi sahanda 1-1 berabere kalıp, artık dönüm maçı olarak gördüğün İstanbul B.B'ye, Olimpiyat Stadı'nda olmasına rağmen, 15.000 kişilik seyircin önünde 2-1 yenilmişsin. Bak, hayal kırıklıkları yaz yaz bitmedi.

Yahu sen boşver tribünlere oynamayı, takımının sahada ortaya koyduğu futboldan memnun musun onu söyle! Hadi Büyükşehir Belediye maçını geç, Diyarbakır maçında, Lille maçında da mı Fırat Aydınus vardı? O mu engel oldu maçı kazanmana? Alex sahada, Güiza sahada, Volkan, Emre, Bilica, Dos Santos, Vederson sahada, sen hala 'Yahu bu topçuların hali ne' diye soracağına, git Fırat Aydınus'u düşman ilan et! Bravo, şak şak şak!

Evet şampiyon olmak önemli. Özelikle kasaya girecek olan para açısından, yönetim için çok çok önemli. Ama bir durup düşünmek lazım. İki seçenek var:

1)Sezon boyunca adam gibi top oynama, takımının oyuncuları sergiledikleri olumsuz performansla adeta sahada yerlerde sürünsün. taraftarına futbol adına hiçbir şey verme, ama sen git şampiyon ol!

2) Sezon boyunca fırtına gibi eseceksin. Oynadığın oyunla taraftarını mest edeceksin. Tribünlerin her maç tıklım tıklım olacak. Her şeye rağmen, şampiyonluğu kıl payı kaçıraraksın!

Hangisini seçersin?

Gerçek taraftar tabi ki ikicisini seçer.

Takımının tüm sezon boyunca ortaya koyduğu futboldan memnun olan bir taraftar düşün. Sezon sonu, son maçın son dakikasına kadar seninle birlikte olmuş, yağmur çamur dememiş bir taraftar... Sen çık topunu oyna, maçın bitiş düdüğüyle taraftar herşeye rağmen seni alır, bağrına basar. 'Olsun seneye şampiyon oluruz' der, sen merak etme!

O yüzden maç sonunda çıkıp ona buna laf etmek yersiz! Önce takım top oynasın top!

İşte boşuna söylememiş atalarımız, "İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batıracaksın" diye...